Türkçe Hakkında İlginç Notlar
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Türkçe Hakkında İlginç Notlar
Türkçe Hakkında İlginç Notlar
* Türkiye’den yapılan radyo televizyon yayınları etkisiyle
Azerbaycanlı gençler artık Farsça “evet” anlamına gelen
“beli” yerine “evet” demeye başlamışlar.
Vaktiyle biz “vazife” diyorduk, onlar da “vazife” diyorlardı.
“Görev” kelimesi kullanım alanına girmemiş olsa bile
en azından duydukları zaman yadırgamıyorlar.
Türkiye’deki alelade insan da Azerbaycanlı bir konuşucuyu on yıl öncesine göre
daha rahat anlayabiliyor.
Hatta Türkmenistanlı, Özbekistanlı konukları da daha rahat anlayabiliyor.
* Birleşmiş Milletler ve dünya İstatistik kuruluşlarının verdiği verilere göre
dünyada yaygın kullanılan dilleri kullanış alanı ve amacına göre
üç kategoride sınıflayabiliriz:
1. Dünyada en çok nüfus tarafından ana dil olarak kullanılan diller,
2. Dünyada en geniş coğrafi alanda kullanılan diller,
3. Dünyada bilimsel ve teknoloji alanda ticaret,
haberleşme ve bilgi alışverişinde yaygın kullanılan diller.
Birinci gruptaki diller açısından sıralama
Çince, Hinduca, İngilizce, İspanyolca, Rusça, Arapça ve diğerleri;
İkinci kategoriye göre sıralama İngilizce, Çince, İspanyolca, Arapça, Türkçe, Hinduca;
Üçüncü kategoriye göre ise sıralamada başlıca Batı Avrupa Dilleri
İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca ve Rusça yer almaktadır.
Pasifik devletlerinden Japonya’nın hızla gelişen Çin’in dili de yakın bir gelecekte
bu kategoride yer alacaktır.
* Yabancı dil öğretimi için eğitim-öğretim dilinin
mutlaka yabancı dilde olmasının gerekmediğini çarpıcı bir örnekle sunmak istiyorum.
Skale dergisi 1993 yılı 1. sayısında yayınlanan
“Sayılarla Avrupa Topluluğu” yazısında verilen bilgiye göre
Avrupa topluluğunda 20–24 yaş arası gençlerin % 83′ü en az bir yabancı dile hâkim,
bu daha yaşlılarda % 50 civarında.
Belçika, Hollanda, İsviçre gibi ülkelerde oran çok daha yüksek.
Buna karşın Avrupa’da bütün orta öğrenim ve
üniversite öğretimi kendi ana dillerinde yapılıyor.
Diğer bir örnek, nüfusu sadece 10 milyon olan Macaristan’da bütün okullar Macarca,
tek bir üniversite 1991 sonrası İngilizce açıldı, ama öğrencileri yabancı.
Macarca ülke dışında hiçbir ülkede kullanılmadığı halde
her konuda bizden çok daha fazla Macarca kitap basıyorlar ve
her Macar da bir yabancı dil biliyor.
SCI ce taranan dergilerde yayınlanan makalelerin ülkelere göre
sıralamasında ilk 20 sırada yer alan ülkelerden yalnız
Hindistan yabancı dilde öğretim yapıyor.
Yani her ülke kendi dilinde öğretim yaparak bilim üretebiliyor,
diller bilim üretimine engel değil.
* Sırf İstanbul’da İngilizce, Fransızca, Almanca İtalyanca eğitim yapan
orta dereceli okulların sayısı 150′nin üzerende.
Bütün ülkede ise özel okulların sayısı 1995 yılı itibariyle 871′dir.
Eğer önlem alınmaz ve sınırlamaya gidilmezse üniversitelerimiz de bu yola girer.
Eğitim çağında 15 milyon nüfusun tamamını
böyle özel okullara göndermemiz mümkün olmadığından
(14.300.000. toplam öğrencinin sadece 200.000′i özel okullara gidebilmektedir.)
talep de devamlı kamçılandığından
maalesef en seçme başarılı öğrenciler
“Robert Kolej, Galatasaray Lisesi” başta olmak üzere
yabancı dilde eğitim yapan okullara gönderiliyor ya da
bu okulları tercihe zorlanıyor.
Yabancı dilde öğretim yapan üniversiteler için de aynı durum söz konusu.
Böyle olunca bütün bu üstün yetenekli çalışkan, seçme öğrencileri alan okullar
hem yabancı dilde hem de diğer sosyal ve fen derslerinde daha başarılı oluyorlar.
Bu sonuç da biraz önce değindiğimiz genel kanaati oluşturuyor.
Yani malzeme kaliteli olduğu için ürün de kaliteli oluyor.
Önemli olan bir öğretim kurumunun öğrenci alırken
hangi yüzde diliminden öğrenci aldığına bakılarak
bu öğrencileri hangi yüzde diliminden mezun ettikleridir.
Mezunlar ilk yüzde diliminden daha başarılı yüzdeye yerleştirilebiliyorsa
o kurum başarılıdır.
* Tarihçi Jean-Paul Roux, ”Türklerin Tarihi” adlı yapıtında
”Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek biricik tanım dilbilgisel olandır. …
Türklerin dili çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğundan
ilişkide bulundukları birçok insan topluluğu tarafından benimsenmiştir.” diyor.
Ünlü dilbilimciler, Türkçenin yetkinliğini ve kurallı oluş bakımından
öteki dillerden üstünlüğünü övmüşlerdir.
* Max Müller, Türkçe hakkındaki görüşlerini şöyle açıklıyor:
”Türkçenin bir dilbilgisi kitabını okumak,
bu dili öğrenmek niyetinde olanlar için bir zevktir.
Türlü dilbilgisi kurallarının belirlenmesindeki ustalık,
eylem çekimlerindeki düzenlilik, bütün dil yapısındaki saydamlık,
kolayca anlaşılabilme niteliği, insan zekâsının dil aracılığı ile beliren
üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır…
Türk dilinde her şey saydamdır, apaçıktır.
* Jean Deny, ”Türk dili, seçkin bir bilginler kurulunun danışma ve
tartışmaları sonucunda oluştuğu kanısını uyandırıyor.
Fakat böyle bir kurul, Türkistan bozkırında kendi başına kalmış olarak ve
kendi yasaları ya da kendi içgüdüleri itişiyle,
insan beyninin yarattığı bu sonucu sağlayamazdı !” demektedir.
* XIII. yüzyılda Cengiz Hanın Moğol İmparatorluğu, yaklaşık olarak,
tüm Türk Dünyasını egemenliği altında toplamıştır.
Moğol İmparatorluğunun, devlet dili olarak Uygur Türkçesini ve
Uygur yazısını kullanmıştır.
* Türk dilinin büyüleyici etkisi kendini göstererek,
Türkçe, Anadolu da hızla yaygınlaşan halk dili olur.
Moğol işbirlikçisi Anadolu Selçuklusu sultanlarının egemenliğine başkaldıran
Türkmen beyi Karamanoğlu Mehmet Bey’in Konya’yı ele geçirip
Siyavuş’u Selçuklu sultanı yapması, Türk dili için mutlu bir olay olur:
Karamanoğlu Mehmet Bey, 19 Mayıs 1277′de ünlü fermanını yayınlar:
”Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste ve meydanda
Türkçeden gayrı dil konuşulmayacaktır! ”.
Türkçenin bu bağımsızlık bildirgesiyle, Moğolların ilerlemesini durdurmuş olan
” külahlı, ayağı çarıklı ve kara kilimli Türkmenler”,
Farsçayı benimsetmeye çalışan ”Rumi” adı takınmış Selçuklulara karşı
bir dil yengisi kazanmışlardır.
* Yunus, Mevlana’nın Mesnevisini okuduğunda
çok uzun ve belki biraz da Farsça yazılmış olmasını beğenmeyerek,
bu Mesnevinin yerine:
”Ete kemiğe büründüm
Yunus deyi göründüm.”
Beytini önermesi, Türkçeyi sevenler için etkileyicidir.
Yunus’un şiirleri yüz yılardan beri Türklerin belleğinde yaşamaktadır.
Günümüzde Birleşmiş Milletler yapısının girişinde duvara yazılan :
Gelin kardeş olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz
Dörtlüğü ile Yunus Emre güzel Türkçe ve insancıllık dersi vermektedir.
* Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Kaygusuz Abdal ve
daha nice Türk halk ozanları koşmalar, koçaklamalar söyleyerek
Türk dilinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Osmanlı şairlerinden daha özgün, daha kalıcı olmuşlardır.
Örneğin en ünlü Osmanlı şairleri, Karacaoğlan’ın
”Çukurova bayramlığın giyerken /
Çıplaklığın üzerinden soyarken /
Şubat ayı kış yelini kovarken /
Cennet demek sana yakışır dağlar”
dörtlüsü ile başlayıp
”Karacaoğlan size bakar sevinir /
Sevinirken kalbi yanar göğünür /
Kımıldanır hep dertleri devinir /
Yas ile sevinci yıkışır dağlar”
dörtlüsü ile biten koşmasındaki
özgün doğa betimlemesinin düzeyine ulaşamamışlardır.
Bu koşmadaki anlatım akıcılığı ve sözcük zenginliği,
Türkçenin gücünü ortaya koymaktadır.
* I. Abdülhamit’in tahta geçmesi sonrasında
Anayasanın (Kanun-u Esasi) hazırlanmasında dil sorunu ortaya çıktı:
Geniş Osmanlı topraklarından Meclise gelecek temsilciler hangi dil ile konuşacaktı?
Batı, yüzyıllar önce tek bir ulusal dili egemen kılıp geliştirerek
böyle bir sorunla karşılaşmamıştı.
Uzun tartışmalardan sonra -azınlıkların tepkileri de yatıştırılarak-
Anayasanın 18. Maddesine Osmanlı Devletinin resmi dilinin Türkçe olduğuna ve
devlet hizmetlerine gireceklerin bu dili bilmesinin gerektiğine ilişkin hüküm konuldu.
II. Abdülhamit’in Meclisi kapattıktan sonra uyguladığı ağır sansür,
dili kapsamadığından, aydınların Türkçeyi geliştirme çabaları kesintiye uğramamıştır.
II. Abdülhamit, sadrazamlığa atadığı Türkçe bilmeyen Çerkez Hayrettin Paşanın telkini ile
devletin resmi dilinin Arapça olmasını istemiş ise de,
Sait Paşa’nın ”Devlet dili Arapça olursa Türklük ortadan kalkar” diyerek
karşı çıkması üzerine, bu isteğinden vazgeçmiştir.
* Osmanlı döneminde, tıp, mühendislik ve askerlik terimlerinin
Batı dillerinden Osmanlıcaya çevrilmesi görüşü egemendi.
Ancak terim türetmede Türkçe sözcüklerden değil de Arapça ve
Farsça sözcüklerden yararlanılmakta idi.
Bu “takıntıyla” kimi zaman gülünçlüklere düşülürdü.
Örneğin Osmanlının İtalya’dan satın aldığı topların üzerinde
”Balliemez” damgası bulunduğu için, bu toplar Türkler arasında
”Balyemez Topu” diye adlandırılmıştı.
Ancak Osmanlının bilgiç okumuşları,
bu toplara Türkçe bir ad konulduğunu sanarak,
Türkçe sözcükleri aşağılık sayıp Türkçeyi bilimsel ürünleri
adlandırmaya yakıştıramadıklarından,
Türkçe ”Balyemez” sözcüğünü, yarısı Arapça yarısı Farsçaya çevirerek
”Asalnemihored” yapmıştı. ”Asal”, Arapça “bal”, ”Nemi-hored” ise Farsça “yemez”
anlamına geliyordu
* Abece sorununu, ****** ”Bizim ahenkli zengin dilimiz
Yeni Türk Harfleriyle kendini gösterecektir.” diyerek,
3 Kasım 1928 tarihinde Mecliste kabulünü sağladığı yasayla,
Latin harflerine dayanan Türk abecesini dilimize kazandırmıştır.
* Hint-Avrupa ve Sami dillerine göre Türkçenin sözcük ve
bu arada bilim terimleri türetmede önemli bir üstünlüğü vardır.
Prof. Doğan Aksan‘ın ”Türkçenin Gücü” yapıtında açıklandığı üzere,
Türkçemiz bu özelliği ile benzersiz üstünlüğe sahiptir.
Bu yapıtta ‘’sür-” kökünden, yalnızca Türkiye Türkçesinde
100 kadar türetilmiş sözcük örneği verilmiştir.
* 1936 yılında Kahire’de toplanan Arap dil kurultayı,
Türkçe kökenli 3600 kadar sözcüğü Arapça sözlükten çıkarmıştır.
Çıkarılan bu sözcükler arasında ‘’sarık” sözcüğü de vardır.
* 12 Eylül Darbesi sonrası, dilde geriye dönüş zorlamalarına girilmiş,
kimi öz Türkçe sözcüklerin kullanılması Yönetim Buyruğuyla yasaklanmıştır.
Bu sözcükler arasında ”devrim” ve dönemin devlet başkanı Kenan Evren’in soyadı olan
”evren” sözcüğü bile bulunmakta idi…
* Türkiye’den yapılan radyo televizyon yayınları etkisiyle
Azerbaycanlı gençler artık Farsça “evet” anlamına gelen
“beli” yerine “evet” demeye başlamışlar.
Vaktiyle biz “vazife” diyorduk, onlar da “vazife” diyorlardı.
“Görev” kelimesi kullanım alanına girmemiş olsa bile
en azından duydukları zaman yadırgamıyorlar.
Türkiye’deki alelade insan da Azerbaycanlı bir konuşucuyu on yıl öncesine göre
daha rahat anlayabiliyor.
Hatta Türkmenistanlı, Özbekistanlı konukları da daha rahat anlayabiliyor.
* Birleşmiş Milletler ve dünya İstatistik kuruluşlarının verdiği verilere göre
dünyada yaygın kullanılan dilleri kullanış alanı ve amacına göre
üç kategoride sınıflayabiliriz:
1. Dünyada en çok nüfus tarafından ana dil olarak kullanılan diller,
2. Dünyada en geniş coğrafi alanda kullanılan diller,
3. Dünyada bilimsel ve teknoloji alanda ticaret,
haberleşme ve bilgi alışverişinde yaygın kullanılan diller.
Birinci gruptaki diller açısından sıralama
Çince, Hinduca, İngilizce, İspanyolca, Rusça, Arapça ve diğerleri;
İkinci kategoriye göre sıralama İngilizce, Çince, İspanyolca, Arapça, Türkçe, Hinduca;
Üçüncü kategoriye göre ise sıralamada başlıca Batı Avrupa Dilleri
İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca ve Rusça yer almaktadır.
Pasifik devletlerinden Japonya’nın hızla gelişen Çin’in dili de yakın bir gelecekte
bu kategoride yer alacaktır.
* Yabancı dil öğretimi için eğitim-öğretim dilinin
mutlaka yabancı dilde olmasının gerekmediğini çarpıcı bir örnekle sunmak istiyorum.
Skale dergisi 1993 yılı 1. sayısında yayınlanan
“Sayılarla Avrupa Topluluğu” yazısında verilen bilgiye göre
Avrupa topluluğunda 20–24 yaş arası gençlerin % 83′ü en az bir yabancı dile hâkim,
bu daha yaşlılarda % 50 civarında.
Belçika, Hollanda, İsviçre gibi ülkelerde oran çok daha yüksek.
Buna karşın Avrupa’da bütün orta öğrenim ve
üniversite öğretimi kendi ana dillerinde yapılıyor.
Diğer bir örnek, nüfusu sadece 10 milyon olan Macaristan’da bütün okullar Macarca,
tek bir üniversite 1991 sonrası İngilizce açıldı, ama öğrencileri yabancı.
Macarca ülke dışında hiçbir ülkede kullanılmadığı halde
her konuda bizden çok daha fazla Macarca kitap basıyorlar ve
her Macar da bir yabancı dil biliyor.
SCI ce taranan dergilerde yayınlanan makalelerin ülkelere göre
sıralamasında ilk 20 sırada yer alan ülkelerden yalnız
Hindistan yabancı dilde öğretim yapıyor.
Yani her ülke kendi dilinde öğretim yaparak bilim üretebiliyor,
diller bilim üretimine engel değil.
* Sırf İstanbul’da İngilizce, Fransızca, Almanca İtalyanca eğitim yapan
orta dereceli okulların sayısı 150′nin üzerende.
Bütün ülkede ise özel okulların sayısı 1995 yılı itibariyle 871′dir.
Eğer önlem alınmaz ve sınırlamaya gidilmezse üniversitelerimiz de bu yola girer.
Eğitim çağında 15 milyon nüfusun tamamını
böyle özel okullara göndermemiz mümkün olmadığından
(14.300.000. toplam öğrencinin sadece 200.000′i özel okullara gidebilmektedir.)
talep de devamlı kamçılandığından
maalesef en seçme başarılı öğrenciler
“Robert Kolej, Galatasaray Lisesi” başta olmak üzere
yabancı dilde eğitim yapan okullara gönderiliyor ya da
bu okulları tercihe zorlanıyor.
Yabancı dilde öğretim yapan üniversiteler için de aynı durum söz konusu.
Böyle olunca bütün bu üstün yetenekli çalışkan, seçme öğrencileri alan okullar
hem yabancı dilde hem de diğer sosyal ve fen derslerinde daha başarılı oluyorlar.
Bu sonuç da biraz önce değindiğimiz genel kanaati oluşturuyor.
Yani malzeme kaliteli olduğu için ürün de kaliteli oluyor.
Önemli olan bir öğretim kurumunun öğrenci alırken
hangi yüzde diliminden öğrenci aldığına bakılarak
bu öğrencileri hangi yüzde diliminden mezun ettikleridir.
Mezunlar ilk yüzde diliminden daha başarılı yüzdeye yerleştirilebiliyorsa
o kurum başarılıdır.
* Tarihçi Jean-Paul Roux, ”Türklerin Tarihi” adlı yapıtında
”Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek biricik tanım dilbilgisel olandır. …
Türklerin dili çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğundan
ilişkide bulundukları birçok insan topluluğu tarafından benimsenmiştir.” diyor.
Ünlü dilbilimciler, Türkçenin yetkinliğini ve kurallı oluş bakımından
öteki dillerden üstünlüğünü övmüşlerdir.
* Max Müller, Türkçe hakkındaki görüşlerini şöyle açıklıyor:
”Türkçenin bir dilbilgisi kitabını okumak,
bu dili öğrenmek niyetinde olanlar için bir zevktir.
Türlü dilbilgisi kurallarının belirlenmesindeki ustalık,
eylem çekimlerindeki düzenlilik, bütün dil yapısındaki saydamlık,
kolayca anlaşılabilme niteliği, insan zekâsının dil aracılığı ile beliren
üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır…
Türk dilinde her şey saydamdır, apaçıktır.
* Jean Deny, ”Türk dili, seçkin bir bilginler kurulunun danışma ve
tartışmaları sonucunda oluştuğu kanısını uyandırıyor.
Fakat böyle bir kurul, Türkistan bozkırında kendi başına kalmış olarak ve
kendi yasaları ya da kendi içgüdüleri itişiyle,
insan beyninin yarattığı bu sonucu sağlayamazdı !” demektedir.
* XIII. yüzyılda Cengiz Hanın Moğol İmparatorluğu, yaklaşık olarak,
tüm Türk Dünyasını egemenliği altında toplamıştır.
Moğol İmparatorluğunun, devlet dili olarak Uygur Türkçesini ve
Uygur yazısını kullanmıştır.
* Türk dilinin büyüleyici etkisi kendini göstererek,
Türkçe, Anadolu da hızla yaygınlaşan halk dili olur.
Moğol işbirlikçisi Anadolu Selçuklusu sultanlarının egemenliğine başkaldıran
Türkmen beyi Karamanoğlu Mehmet Bey’in Konya’yı ele geçirip
Siyavuş’u Selçuklu sultanı yapması, Türk dili için mutlu bir olay olur:
Karamanoğlu Mehmet Bey, 19 Mayıs 1277′de ünlü fermanını yayınlar:
”Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste ve meydanda
Türkçeden gayrı dil konuşulmayacaktır! ”.
Türkçenin bu bağımsızlık bildirgesiyle, Moğolların ilerlemesini durdurmuş olan
” külahlı, ayağı çarıklı ve kara kilimli Türkmenler”,
Farsçayı benimsetmeye çalışan ”Rumi” adı takınmış Selçuklulara karşı
bir dil yengisi kazanmışlardır.
* Yunus, Mevlana’nın Mesnevisini okuduğunda
çok uzun ve belki biraz da Farsça yazılmış olmasını beğenmeyerek,
bu Mesnevinin yerine:
”Ete kemiğe büründüm
Yunus deyi göründüm.”
Beytini önermesi, Türkçeyi sevenler için etkileyicidir.
Yunus’un şiirleri yüz yılardan beri Türklerin belleğinde yaşamaktadır.
Günümüzde Birleşmiş Milletler yapısının girişinde duvara yazılan :
Gelin kardeş olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz
Dörtlüğü ile Yunus Emre güzel Türkçe ve insancıllık dersi vermektedir.
* Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Kaygusuz Abdal ve
daha nice Türk halk ozanları koşmalar, koçaklamalar söyleyerek
Türk dilinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Osmanlı şairlerinden daha özgün, daha kalıcı olmuşlardır.
Örneğin en ünlü Osmanlı şairleri, Karacaoğlan’ın
”Çukurova bayramlığın giyerken /
Çıplaklığın üzerinden soyarken /
Şubat ayı kış yelini kovarken /
Cennet demek sana yakışır dağlar”
dörtlüsü ile başlayıp
”Karacaoğlan size bakar sevinir /
Sevinirken kalbi yanar göğünür /
Kımıldanır hep dertleri devinir /
Yas ile sevinci yıkışır dağlar”
dörtlüsü ile biten koşmasındaki
özgün doğa betimlemesinin düzeyine ulaşamamışlardır.
Bu koşmadaki anlatım akıcılığı ve sözcük zenginliği,
Türkçenin gücünü ortaya koymaktadır.
* I. Abdülhamit’in tahta geçmesi sonrasında
Anayasanın (Kanun-u Esasi) hazırlanmasında dil sorunu ortaya çıktı:
Geniş Osmanlı topraklarından Meclise gelecek temsilciler hangi dil ile konuşacaktı?
Batı, yüzyıllar önce tek bir ulusal dili egemen kılıp geliştirerek
böyle bir sorunla karşılaşmamıştı.
Uzun tartışmalardan sonra -azınlıkların tepkileri de yatıştırılarak-
Anayasanın 18. Maddesine Osmanlı Devletinin resmi dilinin Türkçe olduğuna ve
devlet hizmetlerine gireceklerin bu dili bilmesinin gerektiğine ilişkin hüküm konuldu.
II. Abdülhamit’in Meclisi kapattıktan sonra uyguladığı ağır sansür,
dili kapsamadığından, aydınların Türkçeyi geliştirme çabaları kesintiye uğramamıştır.
II. Abdülhamit, sadrazamlığa atadığı Türkçe bilmeyen Çerkez Hayrettin Paşanın telkini ile
devletin resmi dilinin Arapça olmasını istemiş ise de,
Sait Paşa’nın ”Devlet dili Arapça olursa Türklük ortadan kalkar” diyerek
karşı çıkması üzerine, bu isteğinden vazgeçmiştir.
* Osmanlı döneminde, tıp, mühendislik ve askerlik terimlerinin
Batı dillerinden Osmanlıcaya çevrilmesi görüşü egemendi.
Ancak terim türetmede Türkçe sözcüklerden değil de Arapça ve
Farsça sözcüklerden yararlanılmakta idi.
Bu “takıntıyla” kimi zaman gülünçlüklere düşülürdü.
Örneğin Osmanlının İtalya’dan satın aldığı topların üzerinde
”Balliemez” damgası bulunduğu için, bu toplar Türkler arasında
”Balyemez Topu” diye adlandırılmıştı.
Ancak Osmanlının bilgiç okumuşları,
bu toplara Türkçe bir ad konulduğunu sanarak,
Türkçe sözcükleri aşağılık sayıp Türkçeyi bilimsel ürünleri
adlandırmaya yakıştıramadıklarından,
Türkçe ”Balyemez” sözcüğünü, yarısı Arapça yarısı Farsçaya çevirerek
”Asalnemihored” yapmıştı. ”Asal”, Arapça “bal”, ”Nemi-hored” ise Farsça “yemez”
anlamına geliyordu
* Abece sorununu, ****** ”Bizim ahenkli zengin dilimiz
Yeni Türk Harfleriyle kendini gösterecektir.” diyerek,
3 Kasım 1928 tarihinde Mecliste kabulünü sağladığı yasayla,
Latin harflerine dayanan Türk abecesini dilimize kazandırmıştır.
* Hint-Avrupa ve Sami dillerine göre Türkçenin sözcük ve
bu arada bilim terimleri türetmede önemli bir üstünlüğü vardır.
Prof. Doğan Aksan‘ın ”Türkçenin Gücü” yapıtında açıklandığı üzere,
Türkçemiz bu özelliği ile benzersiz üstünlüğe sahiptir.
Bu yapıtta ‘’sür-” kökünden, yalnızca Türkiye Türkçesinde
100 kadar türetilmiş sözcük örneği verilmiştir.
* 1936 yılında Kahire’de toplanan Arap dil kurultayı,
Türkçe kökenli 3600 kadar sözcüğü Arapça sözlükten çıkarmıştır.
Çıkarılan bu sözcükler arasında ‘’sarık” sözcüğü de vardır.
* 12 Eylül Darbesi sonrası, dilde geriye dönüş zorlamalarına girilmiş,
kimi öz Türkçe sözcüklerin kullanılması Yönetim Buyruğuyla yasaklanmıştır.
Bu sözcükler arasında ”devrim” ve dönemin devlet başkanı Kenan Evren’in soyadı olan
”evren” sözcüğü bile bulunmakta idi…
duyGu- вαηLαηdı!
- Mesaj Sayısı : 1994
Yaş : 30
İtibar Gücü : 326
Puanlama : 69794
Kayıt tarihi : 26/12/08
Geri: Türkçe Hakkında İlginç Notlar
cok gusel bilgilermişş emeine sağlık cnm tşkrler
korkmaz- вαуαη уöηєтici
- Mesaj Sayısı : 1422
Yaş : 33
Nerden ? : нüzüηℓєя ∂ιуαяıη∂αη...
Sınıfım ? : bi zamanLar 12-D idi...
İtibar Gücü : 19
Puanlama : 73241
Kayıt tarihi : 27/07/07
Geri: Türkçe Hakkında İlginç Notlar
İşine yaradıysa ne mutLu bana .. (:
Rica Ederim
Rica Ederim
duyGu- вαηLαηdı!
- Mesaj Sayısı : 1994
Yaş : 30
İtibar Gücü : 326
Puanlama : 69794
Kayıt tarihi : 26/12/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz