Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
5 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
'Başka bir dilden, örneğin İtalyanca, Arapça ya da İngilizce şarkı söyleyeceğimi açıklasaydım, yine vatan haini ilan edilir miydim? Her an yanı başımızda duyduğumuz ve konuşulan bu dili ben bilmediğim halde, bilen ve konuşan milyonlarca insanla aynı topraklarda yaşıyor olmam gibi nesnel bir gerçekten yola çıkarak bu dilden bir tek şarkı söyleme isteğim, bütün bir Türkiye halkı ve çocuklarımın önünde 'Vatan Haini' olarak suçlanmamı mı gerektiriyor sizce?' (Mahkemedeki sözlerinden)
'Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği'ne, Cumartesi Anneleri'ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir KÜRTÇE şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum.' (10 Şubat 1999 gecesi Magazin Gazetecileri Derneği'ndeki konuşması)
'Vardır, hastadır, yaralıdır. Bir nedenle kısıtlıdır, ölüme yargılıdır, bizimdir. Parçamızdır. Onu güçsüz bırakırsak, kendi parçamızı, kolumuzu kanadımızı bırakmışızdır... Kendimizi bir tek bu nedenle bile yenilmiş sayabilir miyiz? Sayarız.' (Gülten Akın)
1957'de doğdu... Beşi bir yerde çocukların tarih kazıntısı son çocuk. Büyüyünce sol çocuk olacak. Adıyaman'dan Malatya'ya göç. Dört-beş yaşlarında sokakla tanışan asi çocuk. Filme gitmek uğruna dedesinin ayvalarını sattı. Altı yaşında, babasının aldığı bağlamanın tellerine kuşlar konunca bağlamaya kayıtlandı. İlk konserini tavuklara verdi. Dokuzunda, 1 Mayıs gecesinde işçilere konser verdi. 1971'de Cunta'nın, Deniz'i, Yusuf'u ve Hüseyin'i idamlarına, Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmelerini duydu. Hiç unutmadı, unutamadı. Çırakken Ruhi Su kasetleri alan, İspanyol paçalı, uzun saçlı gençlerin devrim değirmenine su taşıdıklarını sezdiğinden 'Sucular' adını taktı. Aile İstanbul'a göçünce ilk kez denizi gördü. Sayıları çoktan kırkı geçmiş haramilerin saltanatını sürdürdüğü kentte ötekileştirildi. Okulu terk edip işe girdi. Bağlama ile yatıp bağlama kalktı. Sokakları keşfettikçe yaralarını da keşfetti. 70'li yılların ikinci yarısında bestelere başladı. Halk Bilimleri Derneği'nde Sosyalizme sempati duydu. Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao gibi ustaların kitaplarıyla tanıştı. Alıntı meşk etti, devrimcilerin münazaralarını dinledi. Geleceği bilmekten, devrimi yakına getirmekten başka suçu olmayan çocuklardan biri oldu. Ruhi Su'ya 'Mahsus Mahal'i çalınca, 'At teper gibi bağlama çalınmaz, kavga edilmez bağlamayla, bağlama ile meşk edilir' diye azar işitti. 'Devrimci Gecelerde' aşıklarla sahneye çıkarak aşık atmaktan geri kalmadı. Hep küçümsendi, zapt edilmez Zap Suyu olduğu anlaşılamadı. Ama o, Trgut Uyar'dan, 'eririz tükeniriz, toplanır yaratırız bu bize aşktır/ biz belki de en uzun yaşamalı bir su'yuz' dercesine umudunu küllendirmedi. 1 Mayıs 1977 Taksim katliamında arkadaşlarını yitirdi, ayakkabısının tekini tarihe rehin bıraktı. Bir afişlemede gözaltına alınınca teorik devletin yanı sıra pratik devleti de tanıdı. Liseyi dışarıdan bitirip Eğitim Enstitüsü'nün keman bölümüne girdi. Emine ile nişanlandı. Hayat 'çıkmazın güzelliğiydi' ama maişet derdi sınıra gelince 1978'de askere gitti. Askerlik dönüşü daha saçı uzamadan 12 Eylül Cuntası'nın hayata, düşlerimize el koyduğuna, devrimcilerin hapishanelere tıkılmasına, kayıplara, idamlara tanık oldu. Sırasını beklediyse de tutuklanmadı. Yatay ve dikey mutsuzluklar döneminde sevgisi acıdı. 1981'de babası ölünce bağlamasıyla sokaklarda ağladı. İçindeki türküleri hapistekilere ulaştırmak için çırpındı. Emine ile evlendiğinde yoksulluk diz boyuydu. 1982 Ağustos'unda doğan kızları Çiğdem'e 'Ağlama bebeğim' şarkısını yazdı. Albüm kaygısı, parasızlık, açlık ve devrimcilerden yoksun bir hayatın tenhalığına içlendi, öfkelendi. Emine birkaç aylık Çiğdem'le evi terk edince bağlamasıyla baş başa kaldı. 1984'lerde şirketlerin kapısını aşındırmaktan şarkılar da, o da yoruldu. Ama bir yerlerde şarkılarının insanların dillerinin ucuna konmasına sevindi. Hodri Meydan Kültür Merkezi ve Bilsak'taki dinletisiyle bir çıkış yakaladı. Afişlerine 'Bağlama Böyle de Çalınır!' cümlesini Ruhi Usta'ya kinaye yazdı. Annesinin kesesinin dibindekiler dahil harçlıklar birleştirilerek, Selda Bağcan'ın ağabeyi Sezer Bağcan'ın Değişim Stüdyosu'nda kaset için düş başı yaptı. Yalnızlıktan içi üşüdü, yasaklı şarkılar yapıp iki yıllığına hapishaneye girmek istedi. 1985 Nisan'ında 'Ağlama Bebeğim'in ardından Şan Tiyatrosu'nda konser verdi. 'Ağlama Bebeğim' toplatılınca gözaltına alındı... Hakim, şarkıdaki 'Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar' cümlesindeki yerleri sordu. Danıştay'ın serbest bıraktığı albümü siyasi tutuklular, aileleri ve kitleler baş tacı yaptı.
Kürtçe bilmez, içinden konuşurdu
'biliyor musun güçlü dağları görmeni zamanıdır
şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üst üste silah atsan
kent tepinir, belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır' (Turgut Uyar)
Değişim Stüdyosu'nda, 'Acılara Tutunmak'ın kayıtları sırasında, hapishane arkadaşı Selda Bağcan'ın ısrarıyla çalışmaya başlayan, Metris'te dört yıl yatan devrimci Gülten (Hayaloğlu) ile tanışıp arkadaş oldu. Albüm çıktığında, türküler bacayı sarıp dostluk aşka dönüşünce evlendiler. Para kazanmanın devrim yapmaktan zor olduğu günlerdi. Tek bağlama Ahmet konserler verdi, gözaltına aldı, tutuklandı. Gülten'in önerisiyle Nevzat Çelik'in şiirinden bestelenen üçüncü albüm 'Şafak Türküsü'nden sonra asiliği ve aksiliği tescillendi. 1987'de kızları Melis'in doğmasının heyecanıyla yaptığı 'An Gelir' albümü liste başı oldu. Besteleri 'Özgün Müzik' olarak kategorize edildi. Gülten'in ağabeyi Yusuf Hayaloğlu'nun 'Hani Benim Gençliğim' şarkı sözünü o gece besteledi. 1987 Kasım'ında çıkan 'Yorgun Demokrat' albümü yargılansa da liste başı oldu. Türküleriyle, öğrencilerle, açlık grevindeki devrimcilerle ve yakınlarıyla dayanışmayı ihmal etmedi. 1988 Ağustosu'nda 'Başkaldırıyorum', 1989 Nisanı'nda konser kayıtlarından oluşan 'Resitaller' albümünü çıkardı. 1990'da Gülhane Parkı'ndaki konserini 70 bin biletli, yaklaşık 150 bin kişi izledi. Konserde olaylar çıktı, bir seyircinin boynuna doladığı sarı-kırmızı-yeşil fuların Kürt simgesi olduğu gerekçesiyle yargılandı. Yasaklı olduğundan medya adını anmadı, şarkılarını çalmadı. Özel televizyonlardaki programlarda kendi has üslubuyla dillendikçe dillendi, tabulara dokundu. İyimser Bir Gül (Kasım 1989), Resitaller 2 (Mayıs 1990), Sevgi Duvarı (Ekim1990), Başım Belada (Ağustos 1991), Dokunma Yanarsın (Temmuz 1992), Tedirgin (Nisan 1993) albümlerini çıkardı... Ödüller almaya başladı... 1993'te Gülten, Melis ve arkadaşlarıyla halkların vicdanı Küba'ya 1 Mayıs'a gidip sanatçılarla tanıştı. Dönüşte Küba'nın ünlü Tropicana grubundan dokuz kişiyi Türkiye'de evinde ağırladı. Geliri Kübalı çocuklara bırakılan on altı konserlik bir turne yaptılar. Bosnalı çocuklar, Danimarkalı işçiler için yapılan konserlere katıldı.
Konserlerinde, Kürt dilinin ve kültürünün varlığını dile getirmekten dilinde dikenler bitti. 'Kürt' sözcüğünü cümle içinde kullandıkça mekanizma işletildi. 1994'te, Gülten'in sözlerini yazdığı 'Ağladıkça'nın da içinde olduğu 'Şarkılarım Dağlara' albümü 2 milyon 800 bin satış yaptı. Gülten ve Yusuf Hayaloğlu ile Kanal D'de 'Ahmet Abi'nin Vapuru' adlı on üç hafta süren program yaptı. 1995'te çıkardığı albüme ismini veren 'Beni Bul (Anne)' şarkısını 'Cumartesi Anneleri'ne yazdı. 1996'da çıkan 'Yıldızlar ve Yakamoz' albümü, en çok satan albüm oldu. Her albümü ve her sözü olay haline getirildi. Asiliğinden derin hedef oldu. GAK (Gülten Ahmet Kaya) isimli stüdyoda, '98 Martı'nda 'Dosta Düşmana Karşı' albümünü bitirdi. Bereketi kaçmasın diye saymayalım ya da tarih devrim bereketi versin diyelim, tüm albümleri büyük satışlara ulaştı.
Magazin Gazetecileri Ödülü'nü aldığı gece yaptığı konuşma nedeniyle 'vatan haini' ilan edildi. Birkaç kadim dostları dışında yapayalnızdılar. ('Kuşyemi gibi yalnızdı') Posta kutularına bırakılan isimsiz mektuplar, telefonlarla ölüm tehditleri Melis'in okula kaygılı gidişi, sokağa çıkan Ahmet'in marşlarla ve tükürüklerle karşılanması, gazetelerdeki 'Yavşak', 'Soysuz', 'Şerefsiz', 'Alçak', 'Fikirsiz fikir suçlusu' sözler örgütlü linçin parçasıydı. İçine kapandı, kendine, sorularına ve cevaplarına kaçtı. Aşırı kilo almaya başladı, cildinde problemler oluştu. 1999 Haziranı'nda kuşatmanın ortasında, Kürtçe şarkısını kaydettiği gecenin sabahında kırgın, yorgun ve dost merhabasından yoksun yağmurlu İstanbul'dan firar uç'tu.
Komüncülerin şehri Paris
Yurdundan Gitmekte Olana Şarkı: 'Bir, Ebabülbüllerin sesi eksilmesin içinden/ İki, Yüreğinde ağır bulutlar barındırma/Üç, Zeytin hışırtıları azalmasın hiçbir biçimde/ Dört, Yurdunun kokularını gümrükte bırakma/ Bir gün taze yaz kokularıyla dön yurduna'
(Fikret Demirağ/ Kıbrıs)
Paris'e alışamadı. Avrupa'da konserler verdi. İçine, düşlerine kapandı. Devletli basın sözlerini provoke ettikçe hırçınlaştı. Gurbet zor zanaattı. Tek tesellisi her hafta Paris'teki sürgün evine taşınan Gülten'di. Bir davasından 3 yıl 9 ay ceza alınca dönmedi. Bir basın toplantısıyla ol hikayeyi anlattı ama gazeteler yazmadı. Gülten ve Melis onu yalnız bırakmadı. Nar taneleri gibi dağılmışlardı. Uzaktayken yakınlarının ölümleri içini iyice acıttı. Giderek daha yorgun, daha umutsuzdu. Paris'in ortasında ülkesini yaşamak dışında çaresi yoktu. Kürtçe ve Fransızca dersler aldı. Gülten'le Paris sokaklarında uzun yürüyüşlere çıktıkça acısı hafifledi. Boynu bükük sorular kuşattı Ahmet'i. Sanatçıların itiraz etmeden yaşamalarına akıl sır erdiremedi. Küçük keyiflerle avunmaya çalıştı, şarkılar yaptı ama içgüdüyle hiçbirini kaydetmedi. Kürtçe şarkının da yer aldığı son albümünü çıkarmak için çırpındı.
28 Ekim doğum günüydü. Paris'teki dostlarıyla, bir Ermeni lokantasında kutladı. Gülten, 11 Kasım'da Melis'le, Paris'e giti. 15 Kasım'da doktora gidildi, 17 Kasım'daki hastaneden randevu alındı. Keyifli bir akşam yaşadılar. Gülten ve Melis, 16 Kasım 2000 sabahı Paris'teki evde gürültüyle uyandıklarında yerde yatarken gördüler. Yorgun ve kırgın kalbi 43 yaşında durmuştu. 30 binin üzerinde seveniyle şarkılar söylenerek Peré Lachaise'e mezarlığında doğanın kucağında yatıya verildi. Komüncülerle, Yılmaz Güney'le ve nice muhalifle, omuz omuza yattığı mezar, 'Ege'den nazar boncuğu, Orta Anadolu'dan gözyaşı şişesi, Kastamonu yazmalarından sonsuzluk sembolü servi ağacı, Osmanlı İstanbul'undan lale, Mezopotamya uygarlığının savaşçı giysilerini süsleyen Güneş tasviri, Hitit Güneşi'nden bir parça, Kütahya çinilerini süsleyen karanfil, mey, zurna, erbane, vazgeçilmez bağlaması, evrensel müzik anlayışını simgeleyen piyano, doğduğu coğrafya ve onun genel siluetini temsilen Mardin evleri, yaşadığı ve üretimini gerçekleştirdiği ve terk etmek zorunda bırakıldığı şehri İstanbul'un siluetinden Galata Kulesi ve Galata evleri, sadece Anadolu topraklarında, kayalıklarda ve yüksek yerlerde varolan, karın kalktığı sıralarda baharın habercisi olarak açan ve onun en sevdiği çiçek olan kardelenlerle' süslenerek Kavimler Kapısı'na uygun bir sanat yapıtı olarak anıtlaştırıldı...
Mahallenin başıboş eşeğinin üzerinde kötüleri kovalayan asi çocuk Ahmet geliyor aklıma. Sofra insanı, muhabbet erbabı, bulunduğu ortamı sıra gecelerine dönüştüren iki gözüm Amed... Kızı Melis'le sinemasal oyunlar oynayan çocuk, naif Ahmet.
Milliyetçilerin-ırkçıların taammüden gerçekleştirdikleri siyasi-sanatsal linçten sonra Kürtçe 'Karwan' (Kervan) türküsü geliyor aklıma... Irkçılar ürür, Karwan yürür, diyorum... Kürtçenin ve halkların selamı üzerinde olsun...
Ahmet Kaya ile ilgili yazmanın sancısındayım. Televizyonlarda Gülten'i görüyorum. Gülten, linç mekanizmasının işleyişini, ırkçı-milliyetçi kötülük dayanışmacılarını anlatıyor. Susanları, vaziyeti 'taktik' susmalarla geçiştirenleri teşhir ediyor. Yazılı ve görsel medyada linç kampanyasının başını çeken Serdar Ortaç, Reha Muhtar'ın ve diğerlerinin ipliğini pazara çıkaran haberler, yazılar yayımlanıyor. Tarihin marangoz hatası bu isimleri duydukça, Ece Ayhan'ın, 'Esas duruş, mülkün temelidir' cümlesini anımsıyorum. Gülten'i seyrederken, yüzü birden Hrant'ın mirasını omuzlamaya çalışan Rakel'e dönüşüyor zihnimde. Sanki Gülten'in yerine Rakel konuşuyor. Sonra Rakel'i görüyorum bir başka kanalda. Rakel'i seyrederken yüzü birden Ahmet'in mirasını Gülten'e dönüşüyor zihnimde. Sanki Rakel'in yerine Gülten konuşuyor. Resmi tarihin ve gönüllü linççilerinin gerçekleştirdikleri iki olayın nedenlerini ve sonuçlarını anlatıyorlar. Biçimi farklı da olsa devlet dersinde öldürülen iki kardeşimizin değerlerini üstlenen iki acılı ve iki kıymetli kadını düşünüyorum. Gülten-Ahmet, Rakel-Hrant, diye mırıldanıyorum. Ahmet Kaya'nın mezarı Paris'ten getirtmek için hükümetin harekete geçtiği haberlerini duydukça üşüyorum. Ahmet üşüyorum, Hrant üşüyorum... Evin içinde voltaya çıkıyorum. Ahmet'e, Hrant'a şiirler okuyorum. Ben şiirler okudukça onlarda da çıkageliyorlar. Yüksek siyaset yaparak, Ahmet'in şarkılarını dinleyerek, Hrant'ın kıssadan hisseli iyi kalpli hatıralarını düşünerek üç başımıza volta atıyoruz. Birden Zeus gibi Can Yücel kesiyor voltamızı... Bize 'İkebana' şiirini okuduktan sonra sırra şiir basıp kayboluyor. Biraz sonra Ahmet ile Hrant da kayboluyor. Sonra, 'Bir adam n'a'a'pabilirdi?/ Ya ölür papatyaya karışır/ Ya da siyasete.../ İkisi de ölüm olduğuna göre/ Güllere karışması daha doğru değil mi?/ Hem o da rengini iyi seçersen,/ Bir bakıma bir siyasettir hoş' dizelerini gönderiyorum Gülten'e...
'Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği'ne, Cumartesi Anneleri'ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir KÜRTÇE şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum.' (10 Şubat 1999 gecesi Magazin Gazetecileri Derneği'ndeki konuşması)
'Vardır, hastadır, yaralıdır. Bir nedenle kısıtlıdır, ölüme yargılıdır, bizimdir. Parçamızdır. Onu güçsüz bırakırsak, kendi parçamızı, kolumuzu kanadımızı bırakmışızdır... Kendimizi bir tek bu nedenle bile yenilmiş sayabilir miyiz? Sayarız.' (Gülten Akın)
1957'de doğdu... Beşi bir yerde çocukların tarih kazıntısı son çocuk. Büyüyünce sol çocuk olacak. Adıyaman'dan Malatya'ya göç. Dört-beş yaşlarında sokakla tanışan asi çocuk. Filme gitmek uğruna dedesinin ayvalarını sattı. Altı yaşında, babasının aldığı bağlamanın tellerine kuşlar konunca bağlamaya kayıtlandı. İlk konserini tavuklara verdi. Dokuzunda, 1 Mayıs gecesinde işçilere konser verdi. 1971'de Cunta'nın, Deniz'i, Yusuf'u ve Hüseyin'i idamlarına, Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmelerini duydu. Hiç unutmadı, unutamadı. Çırakken Ruhi Su kasetleri alan, İspanyol paçalı, uzun saçlı gençlerin devrim değirmenine su taşıdıklarını sezdiğinden 'Sucular' adını taktı. Aile İstanbul'a göçünce ilk kez denizi gördü. Sayıları çoktan kırkı geçmiş haramilerin saltanatını sürdürdüğü kentte ötekileştirildi. Okulu terk edip işe girdi. Bağlama ile yatıp bağlama kalktı. Sokakları keşfettikçe yaralarını da keşfetti. 70'li yılların ikinci yarısında bestelere başladı. Halk Bilimleri Derneği'nde Sosyalizme sempati duydu. Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao gibi ustaların kitaplarıyla tanıştı. Alıntı meşk etti, devrimcilerin münazaralarını dinledi. Geleceği bilmekten, devrimi yakına getirmekten başka suçu olmayan çocuklardan biri oldu. Ruhi Su'ya 'Mahsus Mahal'i çalınca, 'At teper gibi bağlama çalınmaz, kavga edilmez bağlamayla, bağlama ile meşk edilir' diye azar işitti. 'Devrimci Gecelerde' aşıklarla sahneye çıkarak aşık atmaktan geri kalmadı. Hep küçümsendi, zapt edilmez Zap Suyu olduğu anlaşılamadı. Ama o, Trgut Uyar'dan, 'eririz tükeniriz, toplanır yaratırız bu bize aşktır/ biz belki de en uzun yaşamalı bir su'yuz' dercesine umudunu küllendirmedi. 1 Mayıs 1977 Taksim katliamında arkadaşlarını yitirdi, ayakkabısının tekini tarihe rehin bıraktı. Bir afişlemede gözaltına alınınca teorik devletin yanı sıra pratik devleti de tanıdı. Liseyi dışarıdan bitirip Eğitim Enstitüsü'nün keman bölümüne girdi. Emine ile nişanlandı. Hayat 'çıkmazın güzelliğiydi' ama maişet derdi sınıra gelince 1978'de askere gitti. Askerlik dönüşü daha saçı uzamadan 12 Eylül Cuntası'nın hayata, düşlerimize el koyduğuna, devrimcilerin hapishanelere tıkılmasına, kayıplara, idamlara tanık oldu. Sırasını beklediyse de tutuklanmadı. Yatay ve dikey mutsuzluklar döneminde sevgisi acıdı. 1981'de babası ölünce bağlamasıyla sokaklarda ağladı. İçindeki türküleri hapistekilere ulaştırmak için çırpındı. Emine ile evlendiğinde yoksulluk diz boyuydu. 1982 Ağustos'unda doğan kızları Çiğdem'e 'Ağlama bebeğim' şarkısını yazdı. Albüm kaygısı, parasızlık, açlık ve devrimcilerden yoksun bir hayatın tenhalığına içlendi, öfkelendi. Emine birkaç aylık Çiğdem'le evi terk edince bağlamasıyla baş başa kaldı. 1984'lerde şirketlerin kapısını aşındırmaktan şarkılar da, o da yoruldu. Ama bir yerlerde şarkılarının insanların dillerinin ucuna konmasına sevindi. Hodri Meydan Kültür Merkezi ve Bilsak'taki dinletisiyle bir çıkış yakaladı. Afişlerine 'Bağlama Böyle de Çalınır!' cümlesini Ruhi Usta'ya kinaye yazdı. Annesinin kesesinin dibindekiler dahil harçlıklar birleştirilerek, Selda Bağcan'ın ağabeyi Sezer Bağcan'ın Değişim Stüdyosu'nda kaset için düş başı yaptı. Yalnızlıktan içi üşüdü, yasaklı şarkılar yapıp iki yıllığına hapishaneye girmek istedi. 1985 Nisan'ında 'Ağlama Bebeğim'in ardından Şan Tiyatrosu'nda konser verdi. 'Ağlama Bebeğim' toplatılınca gözaltına alındı... Hakim, şarkıdaki 'Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar' cümlesindeki yerleri sordu. Danıştay'ın serbest bıraktığı albümü siyasi tutuklular, aileleri ve kitleler baş tacı yaptı.
Kürtçe bilmez, içinden konuşurdu
'biliyor musun güçlü dağları görmeni zamanıdır
şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üst üste silah atsan
kent tepinir, belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır' (Turgut Uyar)
Değişim Stüdyosu'nda, 'Acılara Tutunmak'ın kayıtları sırasında, hapishane arkadaşı Selda Bağcan'ın ısrarıyla çalışmaya başlayan, Metris'te dört yıl yatan devrimci Gülten (Hayaloğlu) ile tanışıp arkadaş oldu. Albüm çıktığında, türküler bacayı sarıp dostluk aşka dönüşünce evlendiler. Para kazanmanın devrim yapmaktan zor olduğu günlerdi. Tek bağlama Ahmet konserler verdi, gözaltına aldı, tutuklandı. Gülten'in önerisiyle Nevzat Çelik'in şiirinden bestelenen üçüncü albüm 'Şafak Türküsü'nden sonra asiliği ve aksiliği tescillendi. 1987'de kızları Melis'in doğmasının heyecanıyla yaptığı 'An Gelir' albümü liste başı oldu. Besteleri 'Özgün Müzik' olarak kategorize edildi. Gülten'in ağabeyi Yusuf Hayaloğlu'nun 'Hani Benim Gençliğim' şarkı sözünü o gece besteledi. 1987 Kasım'ında çıkan 'Yorgun Demokrat' albümü yargılansa da liste başı oldu. Türküleriyle, öğrencilerle, açlık grevindeki devrimcilerle ve yakınlarıyla dayanışmayı ihmal etmedi. 1988 Ağustosu'nda 'Başkaldırıyorum', 1989 Nisanı'nda konser kayıtlarından oluşan 'Resitaller' albümünü çıkardı. 1990'da Gülhane Parkı'ndaki konserini 70 bin biletli, yaklaşık 150 bin kişi izledi. Konserde olaylar çıktı, bir seyircinin boynuna doladığı sarı-kırmızı-yeşil fuların Kürt simgesi olduğu gerekçesiyle yargılandı. Yasaklı olduğundan medya adını anmadı, şarkılarını çalmadı. Özel televizyonlardaki programlarda kendi has üslubuyla dillendikçe dillendi, tabulara dokundu. İyimser Bir Gül (Kasım 1989), Resitaller 2 (Mayıs 1990), Sevgi Duvarı (Ekim1990), Başım Belada (Ağustos 1991), Dokunma Yanarsın (Temmuz 1992), Tedirgin (Nisan 1993) albümlerini çıkardı... Ödüller almaya başladı... 1993'te Gülten, Melis ve arkadaşlarıyla halkların vicdanı Küba'ya 1 Mayıs'a gidip sanatçılarla tanıştı. Dönüşte Küba'nın ünlü Tropicana grubundan dokuz kişiyi Türkiye'de evinde ağırladı. Geliri Kübalı çocuklara bırakılan on altı konserlik bir turne yaptılar. Bosnalı çocuklar, Danimarkalı işçiler için yapılan konserlere katıldı.
Konserlerinde, Kürt dilinin ve kültürünün varlığını dile getirmekten dilinde dikenler bitti. 'Kürt' sözcüğünü cümle içinde kullandıkça mekanizma işletildi. 1994'te, Gülten'in sözlerini yazdığı 'Ağladıkça'nın da içinde olduğu 'Şarkılarım Dağlara' albümü 2 milyon 800 bin satış yaptı. Gülten ve Yusuf Hayaloğlu ile Kanal D'de 'Ahmet Abi'nin Vapuru' adlı on üç hafta süren program yaptı. 1995'te çıkardığı albüme ismini veren 'Beni Bul (Anne)' şarkısını 'Cumartesi Anneleri'ne yazdı. 1996'da çıkan 'Yıldızlar ve Yakamoz' albümü, en çok satan albüm oldu. Her albümü ve her sözü olay haline getirildi. Asiliğinden derin hedef oldu. GAK (Gülten Ahmet Kaya) isimli stüdyoda, '98 Martı'nda 'Dosta Düşmana Karşı' albümünü bitirdi. Bereketi kaçmasın diye saymayalım ya da tarih devrim bereketi versin diyelim, tüm albümleri büyük satışlara ulaştı.
Magazin Gazetecileri Ödülü'nü aldığı gece yaptığı konuşma nedeniyle 'vatan haini' ilan edildi. Birkaç kadim dostları dışında yapayalnızdılar. ('Kuşyemi gibi yalnızdı') Posta kutularına bırakılan isimsiz mektuplar, telefonlarla ölüm tehditleri Melis'in okula kaygılı gidişi, sokağa çıkan Ahmet'in marşlarla ve tükürüklerle karşılanması, gazetelerdeki 'Yavşak', 'Soysuz', 'Şerefsiz', 'Alçak', 'Fikirsiz fikir suçlusu' sözler örgütlü linçin parçasıydı. İçine kapandı, kendine, sorularına ve cevaplarına kaçtı. Aşırı kilo almaya başladı, cildinde problemler oluştu. 1999 Haziranı'nda kuşatmanın ortasında, Kürtçe şarkısını kaydettiği gecenin sabahında kırgın, yorgun ve dost merhabasından yoksun yağmurlu İstanbul'dan firar uç'tu.
Komüncülerin şehri Paris
Yurdundan Gitmekte Olana Şarkı: 'Bir, Ebabülbüllerin sesi eksilmesin içinden/ İki, Yüreğinde ağır bulutlar barındırma/Üç, Zeytin hışırtıları azalmasın hiçbir biçimde/ Dört, Yurdunun kokularını gümrükte bırakma/ Bir gün taze yaz kokularıyla dön yurduna'
(Fikret Demirağ/ Kıbrıs)
Paris'e alışamadı. Avrupa'da konserler verdi. İçine, düşlerine kapandı. Devletli basın sözlerini provoke ettikçe hırçınlaştı. Gurbet zor zanaattı. Tek tesellisi her hafta Paris'teki sürgün evine taşınan Gülten'di. Bir davasından 3 yıl 9 ay ceza alınca dönmedi. Bir basın toplantısıyla ol hikayeyi anlattı ama gazeteler yazmadı. Gülten ve Melis onu yalnız bırakmadı. Nar taneleri gibi dağılmışlardı. Uzaktayken yakınlarının ölümleri içini iyice acıttı. Giderek daha yorgun, daha umutsuzdu. Paris'in ortasında ülkesini yaşamak dışında çaresi yoktu. Kürtçe ve Fransızca dersler aldı. Gülten'le Paris sokaklarında uzun yürüyüşlere çıktıkça acısı hafifledi. Boynu bükük sorular kuşattı Ahmet'i. Sanatçıların itiraz etmeden yaşamalarına akıl sır erdiremedi. Küçük keyiflerle avunmaya çalıştı, şarkılar yaptı ama içgüdüyle hiçbirini kaydetmedi. Kürtçe şarkının da yer aldığı son albümünü çıkarmak için çırpındı.
28 Ekim doğum günüydü. Paris'teki dostlarıyla, bir Ermeni lokantasında kutladı. Gülten, 11 Kasım'da Melis'le, Paris'e giti. 15 Kasım'da doktora gidildi, 17 Kasım'daki hastaneden randevu alındı. Keyifli bir akşam yaşadılar. Gülten ve Melis, 16 Kasım 2000 sabahı Paris'teki evde gürültüyle uyandıklarında yerde yatarken gördüler. Yorgun ve kırgın kalbi 43 yaşında durmuştu. 30 binin üzerinde seveniyle şarkılar söylenerek Peré Lachaise'e mezarlığında doğanın kucağında yatıya verildi. Komüncülerle, Yılmaz Güney'le ve nice muhalifle, omuz omuza yattığı mezar, 'Ege'den nazar boncuğu, Orta Anadolu'dan gözyaşı şişesi, Kastamonu yazmalarından sonsuzluk sembolü servi ağacı, Osmanlı İstanbul'undan lale, Mezopotamya uygarlığının savaşçı giysilerini süsleyen Güneş tasviri, Hitit Güneşi'nden bir parça, Kütahya çinilerini süsleyen karanfil, mey, zurna, erbane, vazgeçilmez bağlaması, evrensel müzik anlayışını simgeleyen piyano, doğduğu coğrafya ve onun genel siluetini temsilen Mardin evleri, yaşadığı ve üretimini gerçekleştirdiği ve terk etmek zorunda bırakıldığı şehri İstanbul'un siluetinden Galata Kulesi ve Galata evleri, sadece Anadolu topraklarında, kayalıklarda ve yüksek yerlerde varolan, karın kalktığı sıralarda baharın habercisi olarak açan ve onun en sevdiği çiçek olan kardelenlerle' süslenerek Kavimler Kapısı'na uygun bir sanat yapıtı olarak anıtlaştırıldı...
Mahallenin başıboş eşeğinin üzerinde kötüleri kovalayan asi çocuk Ahmet geliyor aklıma. Sofra insanı, muhabbet erbabı, bulunduğu ortamı sıra gecelerine dönüştüren iki gözüm Amed... Kızı Melis'le sinemasal oyunlar oynayan çocuk, naif Ahmet.
Milliyetçilerin-ırkçıların taammüden gerçekleştirdikleri siyasi-sanatsal linçten sonra Kürtçe 'Karwan' (Kervan) türküsü geliyor aklıma... Irkçılar ürür, Karwan yürür, diyorum... Kürtçenin ve halkların selamı üzerinde olsun...
Ahmet Kaya ile ilgili yazmanın sancısındayım. Televizyonlarda Gülten'i görüyorum. Gülten, linç mekanizmasının işleyişini, ırkçı-milliyetçi kötülük dayanışmacılarını anlatıyor. Susanları, vaziyeti 'taktik' susmalarla geçiştirenleri teşhir ediyor. Yazılı ve görsel medyada linç kampanyasının başını çeken Serdar Ortaç, Reha Muhtar'ın ve diğerlerinin ipliğini pazara çıkaran haberler, yazılar yayımlanıyor. Tarihin marangoz hatası bu isimleri duydukça, Ece Ayhan'ın, 'Esas duruş, mülkün temelidir' cümlesini anımsıyorum. Gülten'i seyrederken, yüzü birden Hrant'ın mirasını omuzlamaya çalışan Rakel'e dönüşüyor zihnimde. Sanki Gülten'in yerine Rakel konuşuyor. Sonra Rakel'i görüyorum bir başka kanalda. Rakel'i seyrederken yüzü birden Ahmet'in mirasını Gülten'e dönüşüyor zihnimde. Sanki Rakel'in yerine Gülten konuşuyor. Resmi tarihin ve gönüllü linççilerinin gerçekleştirdikleri iki olayın nedenlerini ve sonuçlarını anlatıyorlar. Biçimi farklı da olsa devlet dersinde öldürülen iki kardeşimizin değerlerini üstlenen iki acılı ve iki kıymetli kadını düşünüyorum. Gülten-Ahmet, Rakel-Hrant, diye mırıldanıyorum. Ahmet Kaya'nın mezarı Paris'ten getirtmek için hükümetin harekete geçtiği haberlerini duydukça üşüyorum. Ahmet üşüyorum, Hrant üşüyorum... Evin içinde voltaya çıkıyorum. Ahmet'e, Hrant'a şiirler okuyorum. Ben şiirler okudukça onlarda da çıkageliyorlar. Yüksek siyaset yaparak, Ahmet'in şarkılarını dinleyerek, Hrant'ın kıssadan hisseli iyi kalpli hatıralarını düşünerek üç başımıza volta atıyoruz. Birden Zeus gibi Can Yücel kesiyor voltamızı... Bize 'İkebana' şiirini okuduktan sonra sırra şiir basıp kayboluyor. Biraz sonra Ahmet ile Hrant da kayboluyor. Sonra, 'Bir adam n'a'a'pabilirdi?/ Ya ölür papatyaya karışır/ Ya da siyasete.../ İkisi de ölüm olduğuna göre/ Güllere karışması daha doğru değil mi?/ Hem o da rengini iyi seçersen,/ Bir bakıma bir siyasettir hoş' dizelerini gönderiyorum Gülten'e...
Geri: Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
Çok haksızLık yapıLmış ya .. Türkiye çok cahiLmiş..
muRat- yeniLgimiz kutLu oLsun ..
- Mesaj Sayısı : 1264
Yaş : 33
Nerden ? : Nevşehir
Sınıfım ? : Nevşehir Üniversitesi İktisat
İtibar Gücü : 47
Puanlama : 107529
Kayıt tarihi : 01/10/06
Geri: Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
Türkiye hala cahil...Ahmet Kaya'nın mezarını Türkiye'ye getireceklerini söyleyince yine kendi hallerinde ayaklananlar karşı çıkanlar oldu...
Hrant Dink öldüğünde hepimiz Ermeniyiz diye ayaklananlar kendi ülkelerinden birini ellerinden geldiğince uzaklaştırmışlar....
Hrant Dink öldüğünde hepimiz Ermeniyiz diye ayaklananlar kendi ülkelerinden birini ellerinden geldiğince uzaklaştırmışlar....
papatyaa- мσ∂єяαтöя
- Mesaj Sayısı : 899
Yaş : 33
Nerden ? : Ankara....
Sınıfım ? : Gazi Üniversitesi
İtibar Gücü : 46
Puanlama : 67898
Kayıt tarihi : 05/10/07
Geri: Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
" Ölürsem bu hayattan istediğim bir tek şey var; asla bu ülkeyi sevmiyor demesinler.Ben Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne her zaman saygı duydum ve inandım. "
" Biz binlerce yıl daha Türk Bayrağı altında yaşayacağız.Ama Kürt kimliği ile yaşayacağız.Yaşatmak istemeyenlere rağmen yaşayacağız.Biz böyle kimliksiz yaşamak istemiyoruz.Bütün meselemiz buydu. "
Ahmet Kaya
" Biz binlerce yıl daha Türk Bayrağı altında yaşayacağız.Ama Kürt kimliği ile yaşayacağız.Yaşatmak istemeyenlere rağmen yaşayacağız.Biz böyle kimliksiz yaşamak istemiyoruz.Bütün meselemiz buydu. "
Ahmet Kaya
MuSTaFa- Emekli
- Mesaj Sayısı : 1301
Yaş : 33
Sınıfım ? : Karadeniz Teknik Ünv. - Reklamcılık
İtibar Gücü : 184
Puanlama : 127673
Kayıt tarihi : 01/10/06
Geri: Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
ahmet kaya yı anLamak onun gibi düşünmek soLcuLuk
hainLikse
bende öyLeyim !.
hainLikse
bende öyLeyim !.
muRat- yeniLgimiz kutLu oLsun ..
- Mesaj Sayısı : 1264
Yaş : 33
Nerden ? : Nevşehir
Sınıfım ? : Nevşehir Üniversitesi İktisat
İtibar Gücü : 47
Puanlama : 107529
Kayıt tarihi : 01/10/06
Geri: Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
o sözler ahmet kayayamı ait gerçekten ben öle düşündüğünü bilmiyodum adama gıcıktım fikrim değişti yani ama süper şarkıları var eeeee yusuf hayaloğlu yazınca ... şu hrant dink meselesinde çok haklısınız o kadar şehit verdik onun kadar konuşulmadı hem ne bu hem ahmet kayanın mezarının türkiyeye getirilmesine karşı çıkacak kadar milliyetçi oluoz hemde ermeni oluyoz
misi- ѕıcαк üує
- Mesaj Sayısı : 10
Yaş : 33
İtibar Gücü : 0
Puanlama : 57440
Kayıt tarihi : 07/03/09
Geri: Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
Evet sesli-görüntülü şekilde ifade etmiş bunları.Yanlış bildiğimiz o kadar çok şey var ki..
MuSTaFa- Emekli
- Mesaj Sayısı : 1301
Yaş : 33
Sınıfım ? : Karadeniz Teknik Ünv. - Reklamcılık
İtibar Gücü : 184
Puanlama : 127673
Kayıt tarihi : 01/10/06
Geri: Yorganındaki Mezopotamya Güneşi'nin ısıttığı Amed Kaya
Umarım birgün insanların faşist fikirlerinin ne kadar yaralayıcı ve ne kadar gereksiz olduklarını anlarlar ...
Ve ayrıca eklenmesi gereken şeylerde var Hürriyet gazetesi akşam gazetesinin attığı başlıklar o kadar onur kırıcı ki Ahmet Kayanın okuma bilen ailesinin oldugunu unutmuş olmalılar herhalde..
Ve mahkeme bile kanıtlamışken suçsuzluğunu birtek özür bile dilememeleri çok büyük ayıp.
Ve ayrıca eklenmesi gereken şeylerde var Hürriyet gazetesi akşam gazetesinin attığı başlıklar o kadar onur kırıcı ki Ahmet Kayanın okuma bilen ailesinin oldugunu unutmuş olmalılar herhalde..
Ve mahkeme bile kanıtlamışken suçsuzluğunu birtek özür bile dilememeleri çok büyük ayıp.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz